Kötü rüya hiç bitmez
Galiba böyle bir şey benim yaşadığım
Kara gökler, umutlarımın
tepesinde bağdaş kurmuş adeta
Kül rengi bulutlardan
aralıksız hayal kırıklığı yağıyor üzerime
Ve uyanmak istedikçe daha da
ağırlaşıyor göz kapaklarım
Dehlizlerinde dolaşırken bu
kötü rüyanın, 2002’ye-2003’e yelken açıyorum bazen.
Bir anda açık maviliklerin arasından
Dünya ve Konfederasyon Kupası zaferleri el sallıyor.
Sonra yine koyu griler gelip
daraltıyor yüreğimi. Devasa bir toz
bulutuna teslim oluyor yeşil zemin. Yine dram tadında bir Letonya filmi
seyrediyorum, Şenol Güneş’in Milli Takım
serüvenini hiç de şık olmayan bir gönderilişle sonlandırmasına yol açan…
1998’de Dünya Kupası’nı müzesine
götüren, ardından 2000’de Avrupa Şampiyonu apoletini boynuna takan o yılların
en iyisi Fransa Milli Takımı’nın teknik heyet ve futbolcularının “Bizden sonra
bayrağı siz taşıyacaksınız.” diye övdüğü Ay-Yıldızın 2008’e kadar süren turnuva
hasretini kayda alıyorum.
Ardından Fatih Terim’le
yaşadığımız son dakika zaferleriyle Türkiye’ye boydan boya yayılan tebessüm
halkalarını heybeme atıyorum ve yarı finalde turnuvadaki en iyi oyunu
oynadığımız Almanya’ya kaybedişimize hayıflanıyorum.
Sonraki süreçte öğüttüğümüz umutları ve hocaları
hatırlıyorum. Saygın futbol adamı Guis Hidding’i paçavraya çevirişimizi
gözlerimde canlandırıyorum. Abdullah Avcı parantezini ise içine pek bir şey
sığdıramadan kapatıyorum. Ve Fatih Terim’le açılan yeni sayfayı çevirirken
meselenin hocadan öte bir şey olduğu gerçeğine demir atıyorum.
İşte bu yüzden Letonya
maçının analizini yapamıyorum. Ama ille de bu maçla ilgili kelam etmem
gerekirse söyleyeceğim şudur: “Riga zemininde aldığı her topu vakit kaybetmeden
bize geri veren bir takımı yenemedik.”
Teşekkürler Milli Takım…Sayende
‘mersiye’ yazacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder